19. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar Klasik Teori çeşitli eleştirilere rağmen egemen
iktisadi düşünce olarak varlığını sürdürmeyi başarabilmiştir. Ancak bu tarihlerden sonra
Klasik Teoriye bazı eleştiriler getirilmiştir. Bu eleştiriler daha çok uygulamada ortaya
çıkan fakat teoride öngörülen görüşlerden farklı sonuçlarla ortaya konmuştur. Mesela
Malthus’un nüfus teorisi böyledir. 1850 ve 1860’lı yıllar hem nüfusun hızla arttığı ve hem
de tarım üretiminin önemli ölçüde iyileştiği bir dönem oldu. Bu durum Malthus’un nüfus
teorisine duyulan güveni hemen tümüyle yok etti. Hızlı nüfus artışıyla birlikte işçi sınıfının
yaşam standardında meydana gelen yükselme Malthus’un teorisine olan güveni ortadan
kaldırmıştır.
Bunların dışında bu yıllarda hız kazanan sanayileşme ve kentleşme, beraberinde pek
çok sosyal problemi de getirmiştir. Uzun çalışma saatleri, sağlığa zararlı çalışma koşulları,
çocuk ve kadın işçilerin çalıştırılması, sendikaların kurulup gelişmeye başlaması,
Alfred Marshall’ın ileri sürdüğü bu sistem piyasanın sağlayamadığı optimum dengenin olabildiğince minimum seviyede devlet müdahalesi ile sağlanacağını savunmuştur. Yatırımı yapacak devletin daha özgür hareketini savunur ve denk bütçe değil de, yatırım için gerekli ise açık bütçe taraftarıdır. Bu dönem savunduğu düşünce sebebiyle IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların oluşmasına neden olmuştur. Bu örgütlerce planlamalar, yardımlar ve kalkınma olanakları sağlanır.